T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
İZMİR / KARABAĞLAR - Karabağlar Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi

Atatürk ve Demokrasi

Atatürkçü düşünce sistemi, temel araç olarak, Türkiye´de milli, laik,güçlü ve çağdaş bir devlet kurmaya yönelmiştir.Demokrasi ilkesi, Atatürkçü düşünce sisteminin, Cumhuriyetçilik,milli egemenlik ve halkçılık gibi diğer temel ilkeleriyle de çok yakından ilişki içindedir.Gerçekten, halkçılık ilkesi çoğu zaman siyasal demokrasi ile anlamdaş olarak kullanılmıştır.Bununla birlikte Atatürkçü siyasal rejimin gelişme süreci içinde halkçılığın egemen anlamı, siyasal demokrasi olmuştur.
Atatürk, Medeni Bilgiler kitabına esas olan notlarında da halkçılıkla "demokrasi prensibi"ni aynı anlamda kullanmıştır. Bu prensibe göre: "İrade ve hakimiyet, milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır.Demokrasi prensibi, milli hakimiyet şekline dönüşmüştür.. Demokrasi esasına dayanan hükümetlerde hakimiyet, halka, halkın çoğunluğuna aittir.Demokrasi prensibi,hakimiyetin millette olduğunu , başka yerde olmayacağını gerektirir.Bu suretle demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin, hakimiyetin kaynağına ve meşrutiyetine temas etmektedir."

Halkçılık (veya demokrasi) ilkesi ile milli egemenlik arasında çok yakın ilişki olduğuna şüphe yoktur.Daha doğrusu, halkçılık, milli egemenlik ilkesinin tabii ve zorunlu bir sonucudur.Egemenliğin millette olduğu bir devlette hükümet sisteminin de elbette halkın kendi kendini yönetmesi, yani demokrasi olması gerekir.Atatürkçülük, sadece hükümdarın kişisel egemenliğini yıkmayı değil, onun yerine halk yönetimini yani demokrasiyi geçirmeyi amaçlamıştır.Atatürkçü düşünce sisteminde milli egemenliğin halkçılık ilkesiyle tamamlanması, ona demokratik içeriğini kazandırmıştır.

Atatürk, "demokrasi" deyimini, asıl anlamından saptırarak veya ona değişik içerikler yükleyerek değil, tam tersine, gerçek ve geleneksel anlamında, yani hürriyetçi siyasi demokrasiyi ifade etmek üzere kullanmıştır.Atatürk, bu konuda şöyle demektedir: "Demokrasi esas itibariyle siyasi mahiyettedir.Demokrasi bir sosyal yardım veya bir iktisadi teşkilat sistemi değildir.Demokrasi maddi refah meselesi de değildir...Bizim bildiğimiz demokrasi, bilhassa siyasidir; onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki murakabesi sayesinde, siyasi hürriyeti temin etmektir."

Atatürk´ün halkçılıktan kastettiği şeyin, geleneksel anlamda " hürriyetçi siyasi demokrasi" olduğu, kendisinin hürriyetin önemine ilişkin şu görüşlerinden de açıkça anlaşılmaktadır. Atatürk´e göre: "ferdin birinci hakkı, tabii yeteneklerini serbestçe geliştirebilmesidir.Bu gelişmeyi temin için ise, en iyi vasıta, ferde, başkalarının benzer haklarına zarar vermeksizin, tehlike ve zarar kendine ait olmak üzere, ona kendi kendini istediği gibi sevk ve idare etmeye müsaade etmektir.Kişi ve toplum hayatında büyük önem taşıyan hürriyet, mutlak anlamıyla anlaşılmaz.Söz konusu olan hürriyet insan hürriyetidir.Bu sebeple, ferdi hürriyeti düşünürken, her ferdin ve nihayet bütün milletin ortak menfaatinin ve devlet varlığının göz önünde bulundurulması gerekir.Anlaşılıyor ki ferdi hürriyet mutlak olamaz.Başkalarının hak ve hürriyeti ve milletin ortak menfaati ferdi hürriyeti sınırlar.Ferdi hürriyeti sınırlama, devletin de adeta temeli ve görevidir.Çünkü devlet ferdi hürriyeti sağlayan bir teşkilat olmakla beraber, aynı zamanda, bütün özel faaliyetleri, genel ve milli amaçlar için birleştirmekle mükelleftir... Devletsiz bir cemiyet ya da zayıf bir devlet hayatının neticesi, herkesin herkese karşı mücadelesidir. Bu mücadele, çoğunluğun hürriyetini boğmayacak şekilde başkalaştırılmalıdır." Böylece devlet ve toplum hayatı, kişi hürriyetlerinin sınırlandırılmasını zorunlu kılmakla beraber, bu sınırlama, "ferdin sorumluluğuna, teşebbüsüne ve gelişmesine zarar verecek dereceye götürülmemelidir. Vatandaşların teşebbüs ve sorumluluk hisleri ne kadar gelişirse, devlet için o kadar iyidir."

Atatürkçü düşünce sistemi içinde demokrasi ile eş anlamlı olarak kullanılan halkçılık, milli mücadele yıllarının ve özellikle T.B.M.M. nin demokratik atmosferi içinde gelişmiştir. Milli Mücadelemizin en dikkate değer yönlerinden birisi, bu ölüm -kalım savaşının, hukuk açısından her şeye yetkili, uygulamada da denetim yetkilerini titizlik ve kıskançlıkla kullanan demokratik bir meclis eliyle yürütülmüş olmasıdır. Prof. Feyzioğlu´nun belirttiği gibi, "Bağımsızlık Savaşı milli egemenlik ilkesinden güç alınarak, her konuda hesap soran, kıyasıya eleştiren, milletin haklarına titizlikle sahip çıkan bir meclisle kazanılmıştır.Büyük bir savaşın, millet adına, bir parlemento tarafından yönetilip yürütülmesi , dünya tarihi açısından da üzerinde durulmaya değer bir olaydır." Aynı konuda İsmet İnönü d şunları söylemiştir: " Milli Mücadelenin askeri safha da idaresi kadar siyasi idaresi de nazikti.Hatta daha nazikti denilebilir. Atatürk , siyasi safhanın idaresinde de aynı derecede maharetli, daha maharetli olmuştur. Mesela, benim kanaatimce Milli Mücadelenin, bir millet meclisi kurularak onunla beraber yürütülmesi son derece güç, fakat harikulade isabetli bir karar olmuştur... Askeri sahada, idari sahada , iç ve dış siyaset sahasında bu, harikulade bir buluştur. Emsali de hemen hemen yok gibidir."

Birinci T.B.M.M (1920-23) tarihi görevini tamamlayıp, seçimlerin yenilenmesiyle İkinci Dönem T.B.M.M oluştuktan sonra da, yeni Türk Devleti´nin siyasi rejiminin demokratik bir rejim olması kararı devam etmiştir.Atatürk, bu dönemdeki çeşitli beyanlarında demokratik rejime olan inancını tekrarlamıştır. Nitekim bu ortam içinde, 1924 Kasımında Halk Fırkası´ndan ayrılan bir gurup milletvekili, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında bir muhalefet partisi kurmuşlardır.Ne yazık ki bu çok partili hayat denemesi fazla uzun sürmemiş, 1925 Şubatında, doğu illerinde çıkan Şeyh Sait isyanının çok ciddi boyutlara ulaşması üzerine olağanüstü tedbirler alma gereği duyulmuş; 4 Mart 1925 tarihli "Takrir-i Sükun Kanunu" hükümete geniş yetkiler vermiş; Kurtuluş Savaşı sırasında çalıştırılmış, fakat daha sonra kaldırılmış olan olağanüstü İstiklal Mahkemeleri yeniden kurulmuştur.Bu tedbirler arasında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da 3 Haziran 1925 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmıştır.

Atatürk, 1930 yılında çok-partili hayata geçmeyi tekrar denemiş, bu amaçla eski Başbakanlardan Paris Büyükelçisi ve kendi yakın arkadaşı Fethi(Okyar) Bey´e bir muhalefet partisi kurmayı telkin etmiştir.Serbest Cumhuriyet Fırkası adı altında 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulan bu parti, Atatürk´ten teşvik ve yardım görmüştür . Partinin kuruluşu üzerine Atatürk´ün Fethi Bey´e yazdığı şu mektup onun demokrasi hakkındaki görüşlerini belirtmesi bakımından önemlidir: "Büyük Millet Meclisi´nde ve millet önünde, millet işlerinin serbest münakaşası ve iyi niyet sahibi zatların ve fırkaların düşüncelerini ortaya koyarak milletin yüksek menfaatlerini aramaları, benim gençliğimden beri aşık ve taraftar olduğum bir sistemdir... Memnuniyetle tekrar görüyorum ki laiklik esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur...Cumhurbaşkanı bulunduğum müddetçe, Cumhurbaşkanlığının bana verdiği yüksek ve kanuni vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı adilane ve tarafsız ifa edeceğime ve laik cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her nevi siyasi faaliyet ve cereyanlarının bir engele uğramayacağına emniyet edebilirsiniz efendim."

Ancak bu derece iyi niyetlerle girişilen Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesi de sadece üç ay sürebilmiştir. Serbest Fırka liderlerinin Atatürk´e ve inkılaplarına tartışmasız bağlılıklarına rağmen, inkılapların toplumca benimsenip yerleşmesi için gerekli zamanın henüz geçmemiş olması sebebiyle, inkılaplara karşı olan bazı unsurların Serbest Fırka´ya sızmaya çalıştıkları görülmüştür.Bunun doğurduğu siyasi sertleşme ortamı içinde Serbest Cumhuriyet Fırkası, şartların kendilerini Atatürk ile karşı karşıya getirme ihtimali taşıdığını görerek, kendisini feshetmeye karar vermiştir.

Gerçekten, üç aylık Serbest Fırka denemesi bir yana bırakılırsa Türkiye 1925 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası´nın kapatılmasından,1945 sonlarında çok-partili rejime geçene kadar, bir tek-parti rejimi ile yönetilmiştir.Ancak bu rejim, totaliter ve dogmatik ideolojilere dayanan Faşist ve Komünist tek-parti sistemlerinden temelde farklıdır.Türkiye´de bir tek-parti olgusu mevcut olmuş,fakat tek-parti ideolojisi veya doktrini mevcut olmamıştır.Diğer bir deyimle Türkiye´de tek-parti, sürekli ve arzulanır bir model olarak meşrulaştırılmamış; aksine, zorunluluklar sebebiyle başvurulan ve zamanı geldiğinde yerini çoğulcu demokrasiye bırakacak olan bir geçici bir rejim olarak görülmüştür. Çok-partili siyasi demokrasi, bu alanda yapılan denemelerin de gösterdiği gibi, erişilmesi gerekli bir ideal olarak muhafaza edilmiştir.
Atatürk´ün tek-parti sistemini Türkiye için sürekli bir ideal olarak değil, Türkiye´nin belli bir aşamasında, zorunlulukların ortaya çıkardığı geçici bir dönem olarak gördüğü ,Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası´nın kuruluş hazırlıklarının yapıldığı günlerde söylediği şu sözlerden çok iyi anlaşılmaktadır: "Cumhuriyet Halk Fırkası´nın esas prensibi, memleket ve milletin gerçek selamet ve saadetini temine çalışmaktır ve amaca götüren yol bence budur ve bellidir. O da Cumhuriyet´i güçlendirme ve sağlamlaştırma ile beraber fikri ve sosyal inkılapta ve medeniyet ve yenileşme yolunda milletin azimle ve başarıyla yürümesini sağlamaya yol göstermektir. Bu belli olan ve fakat şüphesiz yorucu ve uzun olan yolun yolcuları başlangıçtan sona kadar bir hizada ve aynı zamanda aynı yorgunluk derecesinde yürümeyebilir ve bu takdirde düşünce ve tedbirleri arasında fark olabilir. Fakat yoldan sapmamaları, genel hedeften gözlerini ayırmamaları, esas amacı ihlal etmemeleri lazım gelir.Bugün belli olan yolun başında bulunuyoruz.Henüz düşünceleri etkileyecek kadar yol alınmış değildir.Görüşler gerekli ölçüde açıklık kazanmalıdır.Ondan evvel tefrika fikri alelade fırkacılıktır ki, memleket ve milletin huzur ve güven şartları henüz böyle bir tefrikaya yol açmaya elverişli değildir, efendiler..." Yine Atatürk Serbest Cumhuriyet Fırkası´nın kendisini feshetmesini takip eden aylarda, aynı yönde olarak, şunları söylemiştir: "Milletin tarihinde bazı devirler vardır ki, muayyen maksatlara erebilmek için maddi ve manevi ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı istikamete sevk etmek lazım gelir. Yakın senelerde milletimiz böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin mühim neticelerini idrak etmiştir.Memleketin ve inkılabın içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı masuniyeti için bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lazımdır... Aynı cinsten olan kuvvetler müşterek gaye yolunda birleşmelidir."

Serbest Fırka denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra da demokrasi yolunda bazı girişimlerde bulunulmuştur.Mesela 1931 ve 1935 milletvekili seçimlerinde, bazı milletvekilleri için Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından aday gösterilmeyerek, bu sandalyeler bağımsız adaylara bırakılmıştır.Cumhuriyet Halk Fırkası´nın gerek 1927 Kongresi´nde kabul edilen program beyannamesinde, gerek 1931 Kongresi´nde kabul edilen programında, tek dereceli seçime geçilmesi bir hedef olarak belirtilmiştir.1931 programı bu konuda aynen şöyle demektedir: "Bir dereceli intihabı tatbik etmek yüksek emellerimizdendir.Ancak vatandaşı, seçeceğini tanıyabilecek vasıflar, şartlar ve vasıtalarla donatmak gerekir.Bunun sağlanması hususundaki çalışmaların istenen sonucu vereceği güne kadar vatandaşı, yakından tanıdığı ve güvendiği insanları seçmekte serbest bırakmayı demokrasinin hakiki icaplarına daha uygun buluruz."
Türkiye, bir tek-parti sisteminin, savaş, işgal, ihtilal, darbe vs. gibi zora dayanan bir kesinti olmaksızın, kendi evrim kanunları uyarınca çoğulcu bir demokrasiye dönüştüğü pek az örnekten biridir. Bunun temel sebebi de, Atatürkçü dünya görüşünün demokratik karakteridir.

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 06.12.2012 - Güncelleme: 08.03.2022 15:47 - Görüntülenme: 2638
  Beğen | 6  kişi beğendi